1.
ATATÜRK’ÜN İLİM VE TEKNOLOJİYE ÖNEM VERMESİ
Atatürk’ün temel inanışlarından
ve onun düşünce sistemi olan Atatürk'çülüğün unsurlarından biride; ilmin ve
aklın rehberliği altında sürekli çağdaşlaşmadır. Başka bir terim ile ; her çağın
ilim ve teknolojisinin rehberliği ve getirdiği yeniliklerin ışığı altında
toplumun “çağdaşlaşma - modernleşmeyi”
sürdürmesidir.
Atatürk bilim ve teknolojinin önemini; “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için,
başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol
gösterici aramak gaflettir, cehalettir, doğru yoldan
sapmaktır.” sözleri ile vurgulanmıştır.
Türk milletini geri bırakan sebep; Cumhuriyet devrine kadar
gerçek anlamda bilim ve teknolojiyi izleye bir dönemin yaşanmamış olmasıdır. Bu
nedenle Türk Milletinin medeni, çağdaş ve müreffeh millet olarak varlığını
yükseltmek dinamik idealini kendisine gösteren Atatürk; bu ideale ulaşmakta,
bilim ve teknolojinin önemini belirtmiş “Bu millete
gideceği yolu gösterirken ,dünyanın her türlü ilminden,
buluşlarından,ilerlemelerinden istifade edelim"
demiştir.
Atatürkçülük’te; akılcılığın temeli olan bilim ve
teknoloji her alanda esas alınmalıdır. Zira Atatürkçülük, ilerlemenin temeli
olan çağdaş bilim ve teknik esaslarının, her alanda rehber kabul edilmesini
gerektirir. Bilim ve teknolojide ileri olmak , her türlü mücadelede başarılı
olmanın başlıca koşuludur. Bu amaçla bütün faaliyetler bilim ve teknoloji
temeline oturtulmalı, bilim ve teknolojinin hudutları daima
genişletilmelidir.
Atatürk büyük Nutkunda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında
temel prensip olarak bilim ve tekniğin esas alındığını dile getirmiş ve
ayrıca; “Milletimizin siyasi,sosyal hayatında
,milletimizin fikri terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen
olacaktır.” demek sureti ile bilim ve
teknolojinin kullanılacağı diğer alanları da göstermiştir.
Medeni dünya hızla değişmekte ve gelişmektedir. Bu değişiklik
ve gelişmelere uymak gerekir. Uygarlık yolunda başarının gelişme ile mümkün
olduğunu kabul eden Atatürk; “Hayat ve geçime egemen
olan kuralların zaman ile değişme , gelişme ve yenilenmesi zorunludur.
Medeniyetin buluşlarının , tekniğin harikalarının dünyayı değişiklikten
değişikliğe uğrattığı bir devirde asırlık köhne zihniyetlerle , geçmişe
bağlılık ile varlığın korunması mümkün değildir.”
demiştir.
Atatürk’e göre, cehalet ve taassuptan uzak, ilme ve akılcılığa
dayanan uygarlık yolu, toplumlar için zorunlu bir yoldur. Çünkü; “Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona ilgisiz kalanları
yakar, yok eder.” “Uygar olmayan insanlar ve toplumlar daima uygar olanların
ayakları altında kalmaya mahkum olacaklardır. Oysa Atatürk, Türk Milletinin,
karakter, çalışkanlık , zeka , milli birlik özelliklerinin yanısıra ilerleme ve
medeniyet yolunda, yürümekte olduğunu elinde ve kafasında tuttuğu meşale
müspet ilim” olduğu için , Türk Milletinin bu uygarlık
yarışını kazanacağına inanmaktadır.
2. ATATÜRK’ÜN BİLGİ,
BİLİM VE FEN İLE İLGİLİ SÖZLERİ
Dünyada her şey için, yaşam için, başarı
için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. Bilim ve fennin dışında yol
gösterici aramak aymazlık, bilgisizlik, doğru yoldan çıkmışlıktır. Yalnız
bilimin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki evrelerinin gelişimini anlamak ve
ilerlemelerini izlemek koşuldur. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki bilim ve fen
dilinin çizdiği genel kuralları, şu kadar bin yıl önce bugün aynı biçimde
uygulamaya kalkışmak, elbette bilim ve fennin içinde bulunmak değildir. (1924 ;
S.D. II )
"Ülkemizin en bayındır, en latif, en güzel
yerlerini üç buçuk yıl kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı yenen zaferin sırrı
nerededir bilir misiniz? Orduların yönetiminde, bilim ve fen ilkelerini kılavuz
edinmektir. Ulusumuzu yetiştirmek için temel olan okullarımızın, yüksek
okullarımızın kurulmasında aynı yolu izleyeceğiz".
"Evet; ulusumuzun siyasal, toplumsal
yaşamında ulusumuzun düşünce bakımından eğitiminde de kılavuzumuz bilim ve fen
olacaktır". (1922; S.D. II )
"Ülkemiz içinde uygar düşüncelerin, çağdaş
ilerlemelerin bir an yitirmeksizin yayılması ve gelişmesi gerektir. Bunun için
bütün bilim ve fen adamlarının bu konuda çalışmayı bir namus borcu bilmesi
gerekir.
Öğretmenlerimiz, ozanlarımız,
edebiyatçılarımız ulusa bu felaket günlerini ve onun gerçek nedenlerini açık ve
kesin olarak yazıp söyleyecekler, bu kara günlerin dönmemesi için dünya yüzünde
uygar ve çağdaş bir Türkiye’nin varlığını tanımak istemeyenlere, onu
tanımak zorunda olduğumuzu anımsatacaktır". (1922 / M.E.D.B.
)
"Gözlerimizi kapayıp , yalnız yaşadığımızı varsayamayız. Ülkemizi
bir çember içine alıp dünya ile ilgilenmeksizin yaşayamayız. Tersine gelişmiş,
uygarlaşmış bir ulus olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız: bu yaşam
ancak bilim ve fenle olur. bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve ulusun her
bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve fen için bağ ve koşul yoktur". (1922;
S.D. I )
3. ATATÜRK’ÜN İLERİ
GÖRÜŞLÜLÜĞÜ
Bu özelliğin apaçık bir belgesini, çoğunluğunu Türklerin teşkil ettiği
bölgeler üzerinde kurmayı düşündüğü Türk Devleti ‘nde buluyoruz. Bu, aynı
zamanda O’nun, jeopolitik ve stratejik alanlarda da ne büyük bir güç olduğunu
göstermektedir.
Atatürk, Birinci dünya Savaşının sonunu daha başından görebilmiştir. Bu
nedenle de gelecekte Türk milletinin kaderi ile Türk topraklarının kurtuluşu
için alınacak tedbirleri düşünmüştür. Suriye cephesinde Yedinci Ordu
Kumandanıdır. Antep‘e gitmekte olan Ali Cenani Bey’e : “... Teşkilat yapın.
Milli bir kuvvet meydana getirin. Kendinizi savunun. Ben istediğiniz silahı
veririm” der . Aslında bütün bu neticeleri, daha 1917 yılında,
Sadrazam Talat Paşa’ya ve Harbiye Nazırı Enver Paşa’ya ünlü raporu ile
bildirmiştir.
Arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’a da: “... Padişah artık kendi tahtını
düşünecektir. Bundan sonra millet kendi hakkını kendi savunacaktır. Bizim ve
ordunun ona yardım etmemiz, yol göstermemiz gerekir”
diyecektir.
31 Ekim günü Yıldırım Ordular Grubu Kumandanlığını Alman generalinden
devralırken, Alman generalinin: “... Yenildik. Bizim için her şey bitti.”
ifadelerine karşı: “Savaş müttefiklerimiz için bitmiş olabilir. Ama bizi
ilgilendiren savaş, kendi İstiklalimizin Savaşı ancak şimdi başlıyor.” Cevabını
verir.
Atatürk’ün derin ve uzak görüşlülüğünün bir güzel örneğini de İkinci
Dünya Savaşını önceden bilmesinde görürüz. Adeta kehanete varan bir
görüştür bu. Şöyle ki Atatürk, 1932 yılı Eylül’ünde ünlü Amerikan
generali Mac Arthur ile bir görüşme yapar. Dünyanın, özellikle Avrupa
Devletlerinin iyi yolda olmadıklarını, adeta bir savaşı çağırdıklarını
sebepleriyle açıklar. İkinci Dünya Savaşının 1940–1945 yılları arasında cereyan
edeceğini söyler.
Avrupa ‘nın kaderinin Almanya’nın elinde bulunduğuna işaret
eder. Sonra da : “... Fransızlar artık güçlü bir orduyu kurmak yeteneğinden
yoksundurlar. İngilizler bundan böyle adalarının savunmaları için Fransızlara
güvenemezler. İtalyanlar savaşın dışında kalabilecek olsalar, savaş sonrası
barışta önemli bir rol oynayabilirler. Ama, Musollini’ nin ihtirası yüzünden
bunu yapamayacaklardır.
Böylece Almanlar, İngiltere ve Rusya dışında bütün
Avrupa’yı işgal edeceklerdir.
Amerika’nın tarafsızlığını koruması mümkün olmayacaktır. Savaşa
katılacaklardır. Bu katılma ile de Almanlar mağlup olacaklardır. Fakat savaşın
asıl galibi, ne Amerika ne İngiltere olacaktır.
Sovyet Rusya savaşın galibi
olacaktır. Biz Türkler, bu tehlikeyi diğer bütün milletlerden çok daha iyi
görmekteyiz. Çünkü yakın komşumuzdur. Çünkü, onlarla çok savaştık. Çünkü
Batı’nın farkına varmadığı bir politika uygulamaktadır. Yalnız,
Avrupa için değil, Asya için de büyük
tehlikedirler.”
Gerçekten zamanı bu derece şeffaf gören büyük Atatürk ‘ün, bu
derecede uzağı görebilmesi onun olağanüstü bir insan olduğunu gösteriyor. Bu
kadar derin ve uzun bir politik görüş sahibi, bugüne kadar cihana gelmiş midir ?
Hiç sanmıyorum.
Karl Jaspers’in açıkladığı gibi, “Durumun farkına varan insan, ona
hakim olmaya başlamış sayılır. Ona cepheden bakan,
şahsiyetini gerçekleştirmek için savaşa atılır ve iradesini ortaya koyar. Ben
çağımın içinde bulunduğu manevi durumu tahlil sureti ile, insan olma irademi
gerçekleştiririm.”
Atatürk’ün Alman filozofu Karl Jaspers’in açıklamalarının ışığı altında,
Mondros Ateşkes Antlaşması sonucu karşılaştığı durum, varlığı objektif yorum ve
aldığı karar, onda büyük bir insan olarak, iradesini gerçekleştirme
fırsatını vermiştir.
Atatürk gerçekçi yönü ile ve uzak görüşü ile Osmanlı Devletinin felakete
yuvarlanışını gören, durum tesbiti ile değerlendiren ve sonuç olarak karar alan
insandır. Bu nedenle Milli Mücadelenin şefi ve lideri olmak herşeyden
önce O’nun kaderi
idi.
4. ATATÜRK’ÜN
AKILCILIĞA ÖNEM VERMESİ
Akılcılık, insanın aklı ile gerçekleri anlama yeteneğine inanmak anlamına gelir.
Atatürkçülük; kişilerin, kuruluşların, devletin kendi fonksiyonlarını gerçekleştirmede akılcılığı, amaca ulaşmayı sağlayacak araçlardan başlıcası olarak kabul eder.
Atatürkçülüğün en önemli özelliği, akılcı ve bilimci bir davranış ve
zihniyeti yansıtmasıdır. Bunun anlamı ise milli, milletlerarası sorunlara
duygusal ve dogmatik açıdan, peşin hüküm ve kalıplarla değil, akılcı, bilimci ve
pragmatik bir yaklaşımla eğilmektir. Genel olarak bu yaklaşımlarda insanlığın
karşılaştığın her türlü sorunlara çare bulmak için, durum ve şartlar her çareye
başvurularak incelenip gözden geçirilir, gerçeklere ve ihtiyaçlara uygun
tartışma ve muhakeme sonunda bir karara varılarak uygulamaya başlanır. Burada
egemen olan unsurlar mantık ve
akıldır.
Akılcılık, insanların doğru karara varması ve başarılı uygulamalar
yapması için sağlam fikirlere sahip olmalarını ister. “Fikirler anlamsız,
mantıksız, boş sözlerle dolu olursa, o fikirler hastalıklıdır. Aynı
şekilde sosyal hayat akıl ve mantıktan uzak, faydasız, zararlı ve birtakım
inançlar ve geleneklerle dolu olursa felce uğrar.”
Ayrıca toplumu
harekete geçiren bir liderin düşünceleri görüşleri bütün bireylerin yaşama
ilkesine uygunsa, bütün bireylere mutluluk sağlayacak nitelikteyse,
onları aydınlatabilecek durumdaysa sürükleyici olur.
Atatürkçülüğün gerçekleştirdiği bütün eserlerin temelinde sağlam düşünce , akıl
ve hareket vardır. Atatürk “Akıl ve mantığın çözümleyemeyeceği mesele
yoktur.” diyerek bunu vurgulamıştır.
Atatürkçülük’te “Bu dünyada herşey insan kafasından çıkar. Bir insan başının ifade etmeyeceği hiçbir şeyi düşünemiyorum.” ifadesi ile akılcılığın sorunları çözmede daima başarıyla uygulanabileceği ifade edilmektedir.
Atatürkçülüğe göre akılcılıkta “İnsanların hayatına, faaliyetine egemen olan kuvvet, yaratma ve icat yeteneğidir.” Bütün ilim adamları, sorunların tespit ve çözümlenmesine uğraşanlar, bütün fertler, bilimsel yöntemlerle inceleme yapanlar yaratıcı bir biçimde düşünmezlerse, gerçek, müsbet anlamda bilimsel yöntemi kullanmamış olurlar.
Dikkatli,
her konuyu inceleyen, araştıran bilimsel araştırma ve problem çözme yöntemi
akılcı
yöntemlerdir.
Atatürkçülük’te akılcılık, terbiye edilmiş insan zekası ile bilim ve
teknoloji bir bütün olarak ele alır. Zekanın terbiyesi kültür ile mümkündür.
Atatürk “Bizim akıl, mantık, zeka ile hareket etmek en belirgin özelliğimizdir.
Bütün hayatımızı dolduran olaylar bu gerçeğin
delilidirler.” diyerek Türkiye Cumhuriyeti’nin meydana getirilmesinde
yapılan her aşamada akılcılığın nasıl
kullanıldığını dile getirmiştir.
Atatürk'çülükte akılcılık, insan
ilişkilerinde ve faaliyetlerinde kullanılmaktadır. Atatürkçülük; akılcılığa,
bilim ve teknolojiye dayanarak, Türk Devleti hayatını, eğitim sistemini,
fikir hayatını, ekonomik hayatı ve bunların değerlerini, hedeflerini,
toplumsal ve hukuksal yapısını, yönetim esaslarını tespit etmiştir. Bütün
faaliyetlerin başlangıç noktası, konulara akılcı bir yoldan yaklaşmak
olmuştur.
Atatürk eğitim müesseselerinde “Kitapların cansız teorileriyle karşı
karşıya gelen genç beyinler öğrendikleriyle memleketin gerçek durum ve
çıkarları arasında ilişki kuramıyorlar. Yazarların ve teorisyenlerin tek taraflı
dinleyicisi durumunda kalan Türkiye‘nin çocukları hayata atıldıkları zaman bu
ilişkisizlik uyumsuzluk yüzünden tenkitçi, karamsar, milli şuur ve düzene
uyumsuz kitleler meydana getirirler.” sözü ile fikri gelişmenin tesisinde
de akılcılığın, gerçekçilik, yapıcılık ve maddi sonuçlar
almak olduğunu açıklamıştır.
Atatürkçülükte akılcılık, güncel problemlerin çözümlenmesi için gayret sarfedilmesini, ileriye dönük, araştırmalar içinde bulunulmasını ve muhtemel gelişmelere ait doğru yorumların yapılmasını da kapsamaktadır. Bu yönden ileri görüşlü, geleceğe yönelik, inkılapçı olmak Atatürk akılcılığının bir gereğidir. Bir milletin sağlıklı bir şekilde yaşaması ve refah seviyesini daima yükseltmesi o milleti oluşturan kişilerin akıl gücü ve akılcılığı kullanmaları ile doğrudan ilişkilidir.
Atatürkçülükte kişilerin bilgili kılınmasıyla milletin sağlamlığı gerçekleşir.
“Kişiler düşünür olmadıkça, hangi haklara sahip olduğunu anlamadıkça,
kitleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya kötü yöne yöneltilebilirler.
Kendini kurtarabilmek için her kişinin geleceği ile bizzat ilgilenmesi lazımdır.
Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir müessese elbette
sağlam olur.
Şüphe yok, her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru
olmaktan ziyade, yukarıdan aşağı olması zorunluluğu vardır.” Atatürk’ün bu
sözlerinde, ülkemizin bu güne kadar maruz kaldığı iç tehlikelerde bilinçsiz,
inançsız kişilerin oynadığı rolü görmek mümkün olduğu kadar, ülkede birlik ve
bütünlüğün sağlanmasında ve iç tehlikelerin önlenmesinde güçlü, sağlam ve
akılcı bir devlet otoritesinin ne kadar gerekli olduğunu görmek
mümkündür.
Akılcılık, faaliyetlerin düzenlenmesinde, sorunların tespit ve çözülmesinde kullanılan yöntemleri ve yöntemleri kullanan kişileri kapsamına alır. Bunlardan yalnız birinin akılcı olması sonuç olmaz. Akılcılıkta karara varmada kullanılan bilgiler ve yöntemler gerçeklere uymalı ve bilimsel olmalıdır.
Akılcılık, kişilere sorumluluklar verilmesini, vazifelerini yaptıklarından ve yapamadıklarından sorumlu olmalarını ve sorumluluktan korkmamalarını öngörür. Başarı için, vazifelilerin girişimlerde bulunmaları, bu girişimlerden korkmamaları, tek endişelerini yaptıkları icraatın isabetli olup olmadığı teşkil etmelidir. Akılcılık, kişilerin; çıkarlarından, bencil emellerinden sıyrılmış, aklında, kanında, vicdanında cevher olan, canlı ve alevli ideallere sahip olmalarını öngörür.
Atatürk, geleceğin Türkiye’sini ve onun Cumhuriyetini sağlam temellere
oturtmak ve daima ileriye, yeniye ve güzele gidişini sağlamak için akıl ve
mantık kuralları çerçevesinde hareket etmiş, bağnazlığa, yobazlığa, boş
inançlara, diğer bir deyiş ile akıldışıcılığa karşı çıkarak, bugünkü çağdaş
Türkiye’nin kurulmasını ve gelişmesini
sağlamıştır.
Sonuç olarak; Atatürk “Ben manevi miras olarak hiçbir âyet, hiçbir doğma,
hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve
akıldır. Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım
ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver ( eksen )
üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım
olurlar.” demek suretiyle ilme ve akla verdiği önemi bir kere daha
vurgulamıştır.
5. ATATÜRK’TE AKILCI VE MATEMATİKSEL
DÜŞÜNME
Akılcılığı, Batı’da bir felsefi akım olarak yerleştiren iki büyük
düşünürün, R. Descartes (1596–1650) ve I . Kant (1724–1804)’ın aynı zamanda
büyük matematikçiler olmaları gibi, Türkiye’de akılcılık ve bilimsel düşünme
çağını açan bir büyük insanın, Mustafa Kemal Atatürk’ün de
matematikçi olması bir rastlantı değildir. Çünkü böyle bir akımın
yerleştirilmesi başarısını, ancak onun temel niteliğini yetkin biçimde taşıyan
bir insan gerçekleştirebilir. Bundan dolayı, seçkin akılcı bir kişinin , aynı
zamanda seçkin bir matematikçi olması , başarısını olağanüstü
kılabilir.
Akıl ve bilim kavramları, O’nun düşüncelerinde çoğu kez birlikte
kullanılmış ve önemleri birlikte vurgulanmıştır. Bunu kesinlikle bilinçli olarak
yapmıştır. Nitekim O, bir konuşmasında, “Benim manevi mirasım bilim ve
akıldır.”
demiştir.
Atatürk’ün düşüncelerinin yapısında, rasyonel düşünme, matematiksel
düşünme, bilimsel düşünme çok
belirgindir.
Atatürk bir konuyu, bir sorunu işlerken matematikçi mantığı ile değişik
olasılıkları ve çözümleri irdeleyip değerlendirmiştir. O, kimi düşüncelerini
açıklarken niceliksel terimleri yani matematiksel kavramları özellikle
kullanmıştır. Matematiğin, ulusal eğitimimizdeki büyük önemini öncelikle
vurgulamıştır. O’nu, özgün, kısa ve özlü anlatımı, matematikçi
mantığına dayanmaktadır. Çünkü matematiksel bir ifade de, hiçbir terim, rasgele
biçimde yer alamaz, çıkarılamaz, değiştirilemez. Nitekim O’nun düşüncelerinde
hiçbir sözcük, hiçbir cümle rasgele kullanılmamış, belirli bir mantıksal dizilim
içinde bütünleşmiştir. O’nun hangi konuya ilişkin olursa olsun tanımları, tıpkı
geometri tanımları gibi, sadece gerekli kavramları yeterli biçimde
içermektedir.
6.
ATATÜRK’ÜN AKILCILIK İLE İLGİLİ SÖZLERİ
Akıl ve mantığın halletmeyeceği mesele
yoktur.
Bizim akıl, mantık, zeka ile hareket etmek belli özelliğimizdir. Bütün
hayatımızı dolduran vak’alar bu hakikatin
delilidirler.
Şuur; daima ileriye ve yeniliğe götürür, ricat kabul etmez bir haslet
olduğuna göre, Türkiye Cumhuriyeti halkı, ileriye ve yeniliğe uzun adımlarla
yürümekte devam edecektir; şuura illet târi olmadıkça geri gitmek veya durmak
hatıra bile
gelemez.
Bu dünyada herşey insan kafasından çıkar. Bir insan başının ifade
etmeyeceği hiçbir şeyi tasavvur
edemiyorum.
Fikirler manasız, mantıksız, boş sözlerle dolu olursa, o fikirler
hastalıklıdır. Aynı şekilde sosyal hayat akıl ve mantıktan uzak, faydasız,
zararlı ve birtakım inançlar ve geleneklerle dolu olursa felce
uğrar.
Fikirler zorlama ve şiddetle, top ve tüfekle asla
öldürülemez.
Büyük hadiseler, fikirlerde büyük inkılaplar
yapar.
Bir heyeti içtimaiyenin mutlaka maşeri bir fikri vardır. Eğer bu her
zaman ifade ve izhar edilemiyorsa, onun ademi mevcudiyetine hükmolunmamalıdır. O
fiiliyatta behemehal mevcuttur, varlığımızı istiklalimizi kurtaran bütün
ef’al ve harekat, milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin yüksek
tecellisi eserinden başka bir şey
değildir.
Fikir hazırlıkları, seferberlikte asker toplamak için olduğu gibi davul
zurna ile temin edilemez. Fikir hazırlıklarında gösterişsiz çalışmak,
kendini silmek , karşısındakine samimi bir kanaat ilham etmek
lazımdır.
Bütün ilerlemeler, insan fikrinin eseridir. Fikri harekete getirmek
birinci işimiz olmalıdır. Bir kere millet benliğine hakim olsun ve düşünebilsin,
yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir...
Fikir bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş intizama girer ve
düzelir. Fikrin serbest hareketi ise ancak ferdin düşündüğünü serbest olarak
söylemek, yazmak ve verdiği karara göre her türlü teşebbüse girebilmek
serbestisine sahip olmakla
mümkündür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder